
KORKUP DA KAÇMADIM
16 Nisan 2012 Pazartesi
Geçen haftaki köşe yazımı, yurtdışı gezisi dolayısıyla yazamamıştım. Genç mimar dostların peşine takılıp, Barselona’ya kadar giderek, 5 gün süreyle koşar adım dolaşıp durduk. Yorulduk ve gençlere ayak uydurmak oldukça zor oldu, ama hiçbir geziden ayrı durmadık.
Erken saatlerinde vardığımız Barselona’da, kahvaltı bile edemeden, yıllarca ikmal ve tamir işleri bitmemiş, daha doğrusu bilerek ve isteyerek bitirilmemiş muhteşem Sagrata Kilisesini, sadece dıştan seyredebildik. Bu haliyle yıllarca turist akınından kurtulamamış ve sabahın o saatinde müze halindeki kiliseye girebilmek için insanlar kuyruk oluşturmuşlardı.
Çarpık görünüşü ile çoğu izleyenler tarafından yadırganarak izlenen eserleriyle çok genç yaşta dünyaca ün kazanmış Gaudi yapıtlarını seyretmek, bir zevkti. Eserleri Barselona sokaklarını süslemiş, peyzajı ile parmak ısırtacak Güell Parkı da, ayni tarzda, hiç ip çekip düz hat aramadan, cetvel gönye kullanmadan, hayal edebildiği şekliyle düzenlediği eserini hayranlıkla izledim. Devlet onun eserlerine hiç müdahale etmediği gibi, ucube diye yıkmaya da kalkışmamış. Dünyaca ünlü sanatçı, maalesef genç yaşta bir trafik kazasında ölüvermiş de, İspanya kendisini, devlet töreni ile uğurlamış. Bir zamanlar bizlerin banyo ve tuvalet döşemelerinde, kırık fayanslarımız atılıp gitmesin ve tasarruf edelim diye kullandığımız paledyen kaplama işini Gaudi, duvar süsü ve rölyef çalışmalarında öyle kullanmış ki, bizlerin bugün pek benimsemediğimiz bu kaplama sistemi ile O, harikalar yaratmış.
İspanya denilince akla, boğa güreşleri gelir. Yıllar önce Malaga’da bu güreş denilen vahşeti izlemiş ve şaşırıp kalmıştım. Bir Avrupa ülkesinde böyle bir vahşete nasıl izin verilir. Hattâ Ziyahatname adını verdiğim kitabımda bunu uzun uzun anlatmıştım. Kendilerini İspanya’nın ayrı bir parçası sayan Barselona Kenti, boğa güreşini yasaklamış ve merkezî bir yerdeki arenayı, güçlü bir revizyon ve restorasyonla, büyük bir alışveriş merkezi haline getirmiş.
Ancak teleferikle ulaşılabilen bir dağ başındaki Montserrat Kilisesi, akıllara durgunluk veren Guide müzesi, İspanya içinde ayrı bir devlet olan ve pasaportla girilip çıkılabilen, toplam alanı Denizli kadar olan Andora Kenti, Messi’li futbol kulübü ve daha birçok değerleri ile İspanya’nın sadece Barselona Kenti bile gezmekle doyulmaz ve bitmez bir merkez.
Aslında bugünkü yazımla maksadım, Barselona’yı anlatmak değildi. Öyleyse bu yazının başlığı da nereden çıktı diyenler olabilir. Geçen haftaki yazımı yazamamış, bir evvelki yazıma (köşe yazısı yazmak zor iştir) diye başlık atarak bu işin zorluklarını sayıp dökmüş, biraz da yakınmıştım. O yazımın bir sebebi vardı. İşte o yüzden belki birileri, korktu da yazmaktan vazgeçti zannetmiştir diye öyle başlık kullandım. Hiç ümitlenen olmasın, Allahtan başka kimseden korkmam ve hayatımda düşünce ve fikirlerim yüzünden kaçtığım görülmemiştir. Doğru bildiğimi yazmaktan çekinmem ve doğruyu ahirette yazacak, söyleyecek de değilim.
Geziden dönünce, sevgili Zeki Akakça’nın köşe yazısına takıldım. (Artık yazmayacağım) diyor. Yoksa Zeki Akakça’ya da birileri, (nasıl yazarsın, sen kim oluyorsun da yazıyorsun?) diye çıkıştı mı bilemem. Sevgili Zeki kardeş, sen Beyağaç’lı, doğa dostu, sanatı sadece seyreden değil, sanat yapan, Karagöl doğa harikası için didinen, yazan, çizen, kitaplar oluşturan, eserler veren bir insansın. Pireye kızıp yorganını yakarak, arkanı dönüp bırakıp gidemezsin. Korkuttuk derler, pes etti kaçtı diye sevinirler. Bu senin gibi kendini bir şeylere adamış insana yakışmaz. Korkma, kaçma! Yaz kardeşim yaz ki, her şey bir gün güzel olsun. Yaz ki, Beyağaç’ta helalar temizlensin, Karagöl’de ağaçlar yeşil kalsın. Sakın vazgeçme. Senin servetin beynin ve güzel yüreğindir. Yılma ve devam et.
Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir
Yorumlar
Çok teşekkürler benimle ilgili dilekleriniz, yol göstericiliğiniz ve yüreklendirdici sözlerinizi için.
Haklısınız!..
Mesajı aldığımı sanıyorum.
saygılarımla