
İNANMAZSAM YAZAMAM
10 Ağustos 2021 Salı
Sabah sabah bir arkadaşım şöyle dedi bana;
“Umutlu olmak isterdim. Ama gördükçe, duydukça, yaşadıkça umutlar sönüyor. Umudunu kaybetmeyenlerin gerekçelerini merak ediyorum. Öğrenebilsek biz de biraz moral bulur muyuz ki?”
Bildiğin bir distopyanın tam göbeğindeyiz evet.
İnkâr etmenin faydası yok, evet.
Kukla gibi hissetmiyor muyuz, evet.
Çok kötülük var çok hem de, evet.
Yanıyoruz, söndür(e)miyoruz,
Yanıyoruz, söyleyemiyoruz,
Yanıyoruz, gösteremiyoruz,
Yanıyoruz, yazamıyoruz,
Yanıyoruz, yardım isteyemiyoruz.
Evet, çünkü yasak!
Çünkü kral çıplak demek yasak!
Çünkü kral çıplak!
Halkın gözü isli puslu boşalırken tüten yeşilin üstüne, kralın gözündeki umursamazlığı görmek yasak!
Açlıktan kavrulmuş halka el açılırken, elin memleketine yollanan milyonları sormak yasak!
Evladı açken tok yatanı kınamak yasak!
Kemerin son deliğine gelmiş millete bir delik daha aç derken, elini cebine sokmayan kralı ayıplamak yasak!
Tüm bunlar Devekuşu Kabare’nin Yasaklar oyunundan sahneler. Tam tekrar tekrar izlemek zamanıdır.
Bulun lütfen 40 yıldır hala geçerli olan bu trajikomediyi ve acı kahkahalar atarak izleyin.
Gözünüzden yaş gelsin ve Metin Akpınar’ın 80 yaşında mahkeme salonu önünde Müjdat Gezen ile celselerini beklerken yedikleri ve “belki son tostumuz olur dışarda yediğimiz” dediği tostun biberli tadını hissedin yüreğinizde bir de bu memlekette ağız tadıyla yaşlanamamanın dayanılmaz ağırlığını!
Bu distopik trajikomedi en çok içeride bizi etkiliyor sansak da çırası çok uzaklarda tutuşturuluyor biliyoruz.
Kötülük tüm dünyada var biliyoruz.
Peki ölelim mi?
Vaz mı geçelim yaşamaktan ve uğraşmaktan?
Buzul çağı ya da ısıl çağı devr-i daim edip duruyorken, bir yudum su kadar ömrümüzü okyanus sanmak niye?
Avusturya’lı yazar Ingeborg Bachmann, ölümünden 2 yıl önce yani 1971’de yayımladığı ütopik romanı Malina’nın önsözünden bir paragrafta bakın ne diyor;
“Faşizm, insanlar arasındaki ilişkide başlar, iki insan arasındaki ilişkide… ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır…
…….
İnsan ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım bir şey var ve ben buna “bir gün gelecek “diyorum. Ve özlemini çektiğim şey bir gün gelecek. Evet, belki de gelmeyecek, çünkü onu hep yıktılar, binlerce yıldır yıktılar. Gelmeyecek ama ben yine de inanıyorum geleceğine. Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.”
Yaşasak da bitecek bu bardaktaki su, yaşamasak da.
Hala güzeli görmekte inat etmektir yaşamak.
Hala eli erdiğince sözü değdiğince dokunmaktır tanımadığı canlara.
Hala bu manyak sisteme karşı direnmeye devam etmektir
Ve son nefesinde “uçmadan ölmedim be” diyebilmektir.
REENKARNASYON
Her sabah güneş başka doğar.
Her an, kendini doğurur kendinden.
Bir tosbağanın sana güvenmesidir yaşam,
kaktüsün bir yıllık dikenli sabrıdır
koklatmak için bir günlük çiçeği bahçede.
Bir oğlağın cam göbeği gülümsemesidir
annesinin eteğinde.
Kapısız kümeste,
tavukların korkusuz eşelenmesi,
bir türbe kedisinin gönüllü hüküm giymesidir
bin yıllık ağaçların emin gölgesinde.
Ve ölüm, zamanı geldiğinde
yorgun bir köpeğin,
patisinde dinlendirdiği başı kadar huzurludur
ve mevsimi geçmiş sazların
dimdik kuruyuşları kadar asil.
Not: Yazılar ile ilgili hukuki sorumluluk yazarların kendilerine aittir
Yorumlar
İnanmadan yazılanlar, kurgudan ileri gidemez ve hiç bir yüreğe dokunmaz, dokunamaz. Oysa bu kalemden çıkanlar yüreklere, çok yüreklere dokunuyor; dokunmakla kalmıyor içine işliyor.
İnanmaya ve inandığı gibi yazmaya devam… Lütfen!